Ben Bir Mübadilim

Bu bölümde mübadillerin kendi çabaları ile hazırladıkları anı, inceleme, röportaj vb. ve ulusal basında  mübadillerle yapılmış ve yayınlanmış röportaj konulardaki çalışmalara yer vereceğiz. Siz de yer almasını istediğiniz çalışmaları  lozanmubadilleridernegi@.gmail.com  adresine gönderebilirsiniz.



"ONBİR SENEDE ONİKİ ÇOCUK, BU NE BEYAV !"

Adı Hüseyin Akkuş. 1335 (1917) doğumlu. Gelibolu'ya bağlı Galata köyünde, yalnız yaşıyor. Yaşına rağmen dinç; bütün işlerinin üstesinden gelebiliyor. 1923-24 yıllarında mübadeleyle Gelibolu'ya gelen Hüseyin Akkuş'un göç hikayesini ve Türkiye'deki macerasını dinlemek üzere kendisini ziyaret ettik. Bir uyarı: Hüseyin Akkuş'un geldiği yerle ilgili pek fazla hatırası yok; büyüklerinden duyduklarını kendisi hatırlıyormuş gibi anlatıyor, ne sorsanız "bilirim beyav" diyor.

Yunanistan'da, Kayalar'a bağlı Çor köyünde doğmuş. Babasına "Topal Yakup" derlermiş; "biraz aksi, ama okumayı seven" bir adammış - en çok da "Dik Yunus" (Yunus Emre?) ve Nazım Hikmet okurmuş.

Çor'daki evleri büyük bir bahçe içindeki dokuz haneden oluşuyormuş. Bahçeye "porto kapısı" denen, iki kanatlı büyük bir kapıdan girilirmiş. Erkekler tarlaya gittiğinde kadınlar evde kalıp yemek yapar, çamaşır yıkar, hayvanlara bakarlarmış. Erkeklerin yine tarlada olduğu bir gün evdeki kadınlar birbirleriyle kavga etmişler. Topal Yakup'un babası gelinlere çok kızmış ve onları cezalandırmak için öküzlerin boyunduruğuna bağlayıp çifte koşmuş. Bu olaydan sonra köyün kızları bu aileye gelin gelmek istememiş, aileler de kız vermemişler.

Hüseyin Akkuş, beş yaşındayken "macir" olmuş. Babası Topal Yakup, 1922 yılında, üç kardeşi, karısı Sevdiye, çocukları Hüseyin ve Sabriye'yle beraber, Gülcemal Vapuru ile Gelibolu'ya gelmiş. Tüm aile, Gelibolu'da mübadil olan Rumların boşalttığı Galata köyüne yerleştirilmiş. Hüseyin okula gitme yaşına gelince Galata'daki ilkokula başlamış. Öğretmeni Liba Hanım olmuş. Kardeşleri hem işte hem de okulda tembel oldukları halde küçük Hüseyin pek çalışkanmış. Bu yüzden bahçe işlerini de o yaparmış. Yaramazlık yaptığında babası ona "hınzır" der, kulaklarını çekermiş.

Hüseyin çocukken en çok lahana turşulu yazma böreğini severmiş; hâlâ da öyle. Bize tarifini de verdi: Birkaç yufka açılır, aralarına yağ sürülür, tepsiye dizilir. Yufkaların üzerine kıyılmış lahana turşusu konur, üzerlerine yine araları yağlı birkaç yufka kapatılır, sonra da pişirilir.

Evin çocukları aynı odada, yer yataklarında yatar, uyumadan önce "Rabbı esir" duasını okurlarmış, güzel uyumak için:. "Rabbı esir, velati asir Rappetemin, bin hayır"

Hüseyin 1941 yılında askere gitmiş. İkinci Dünya Savaşı dönemine rastlayan askerliği dört yıl sürmüş. Askerde giydikleri pantolonların paçalarında on altışar tane düğme varmış. Bu ufak, metal düğmelerden birini hâlâ yanında taşıyor, uğur diye. Taburlarının istihbarat subayı olan binbaşı, o zamanlar onun gözünde dünyanın en akıllı insanıymış. Onu hâlâ çok seviyor ve saygı ile anıyor, ve hâlâ dünyanın en akıllı insanı olarak görüyor.

Askerdeyken annesinden bir mektup alır; askerden döndükten sonra ona komşu kızı güzel Hatice'yi alacağını yazmaktadır. Hüseyin, askerliği Hatice'nin hayaliyle bitirir ve askerden döner dönmez onu kaçırır.

Hüseyin karısını çok sevmiş, ama ona "bir yüz görümlüğü bile" verememiş. Gece karısı ile beraber olduktan sonra hemen başka yatağa geçermiş - "iş bitince kaçacan ki kadın da sende rahat uyuyasın" diyor.

Bu arada Hüseyin artık 'Sakallı Hüseyin' olmuştur. Sakallı, on bir senede on iki çocuk sahibi olur. Çünkü bir seferinde eşi ikiz doğurmuştur. Bu on iki çocuktan yalnızca beş tanesi sağ kalır. Hüseyin Dede ölümlerin nedeninin 1940-1950 yılları arasında köyde yaşanan (ve kırk-elli kişinin hayatına mal olan) çiçek salgını olduğunu, çocukları öldüğünde samanlıkta ağladığını anlatıyor.

Sakallı Hüseyin, çocuklarının bazılarına "güzel" isimler, bazılarına da "bulaşık" isimler koymuş. (Onun gözünde Ahmet, Mehmet gibi isimler güzel, Kuran'da geçmeyen isimlerse "bulaşık".) Çocuklarını hepsini büyütüp evlendirmiş. Karısı ölmüş. Köyde yalnız yaşayan Sakallı,. bugün seksen sekiz yaşında ve hâlâ dinç. Kendi bağını kendi çapalıyor, yemeğini kendi yapıyor. Hatta, bir gün onu yine ziyarete gidersek, bize o çok sevdiği lahana böreğinden açaçak. Ha, bir de, on bir senede on iki çocuk yapabilmesinin sırrı lahanalı yazma börekmiş.

dedesi: Hüseyin
ninesi: Selmiyan
babası: Topal Yakup
annesi: Sevdiye
karısı: Hatice
çocukları: Yakup, İsminur, Ünel, Özer, Mustafa

LAKROR TARİFİ: açılan börek hamurlarının içlerine malzeme konmadan pişirilmesinden sonra, bir tarafta yağlı kuzu eti haşlanır. daha sonra haşlanmış etler soğanla ve domatesle pişirilir. sıcak börek kesilir, üzerine et suyu dökülür. son olarak üstüne kuzu eti konur ve servis yapılır.

Bu röportaj ikinci nesil mubadil Florina'lı Mehmet Battal ve üçüncü nesil Kayalar Çor mubadili Koray akkuş tarafından yapılmıştır.

--------------------------------------------------------



Mübadele Anıları 2




TRT 2'de yayımlanacak 'Doğduğum Topraklar' adlı belgesel için 42 Rum ve 63 Türk mübadille görüşüldü. İki ülkede 15 bin kilometre yol kat edildi. Gerçek şu ki, ne birlikte yaşananlar unutuldu, ne insanların doğdukları topraklara özlem dindi.

(Celal BAŞLANGIÇ-Radikal) - Bir otobüs dolusu 'mübadil'le yola koyulmuştuk İstanbul'dan. 2000 yılının ekimi. O tarihlerde kurulmakta olan Lozan Mübadilleri Vakfı'nın düzenlediği gezinin amacı 'Mübadillerin Selanik Buluşması'nı gerçekleştirmekti. Geziye katılanların büyük bölümü ikinci ve üçüncü kuşaktan 'mübadil çocuğu'ydu. Ancak içlerinde tek tük 'birinci kuşak mübadil' de vardı. Yani Yunanistan'da doğmuş ve büyük bölümü bebek denecek yaşta Anadolu topraklarına gelmişlerdi.

Bunlardan biri de Veria'nın Kayalar Köyü'nde doğan İbrahim İşler'di.

Elinde bastonuyla binmişti otobüse. Ancak büyük bir umut vardı yüzünde; doğduğu toprakları görecekti. Büyüklerinin anlattıkları, çocukluk yıllarından beynine kazınan anıları dalga dalga hücum ediyordu yol boyunca. Hatırladıklarına göre Selanik'in Kayalar'ında ilk fırtına Balkan Harbi'nde kopmuştu. Kana bulanmıştı Türklerin, Rumların, Bulgarların ortak yaşamı. Nereye gideceklerini bilmeden yollara düşüyor insanlar. Yollar perişan, yollar çamur deryası... Kaçış yollarında kırılıyor insanlar. Harp bitince köylerine dönüyorlar. Fakat bu kez Bulgarlar geliyor köye. Türk erkeklerini topluyorlar. Aralarında asker olan dayısı da var İbrahim şler'in. Bir Bulgar askeri gelip 'Sen buraya gel' diye ayırıyor dayısı Mahmut'u. Sonra da komutana dönüp 'Bu benim! Bunu ben halledeceğim' deyip çekiyor silahını. Ağaçların arkasından derenin kıyısına kadar götürüyor dayısını. Kuytu bir yere varınca indiriyor silahını: Korkma Çor köylü Mahmut. Korkma! İyiliğe kötülük eden nankörlerden değilim. Ne alıp veremediğim vardı senin Çor Köyü ile benim Akita Köyü arasında? Kim kanlı bıçaklı düşman etti bizi birbirimize? Beni Çor Köyü'nde döven Türklerden sen kurtarmıştın. Haydi Mahmut! Hakkını helal et. Yolun açık olsun. Dere boyunca dikkatli git, geceyi bekle..."

Rum evleri kapış kapış


1922'den sonra Kayseri'den, Amasya'dan, Çorum'dan Rumlar gelmeye başlamış. 1925'te mübadele sırası gelene kadar üç yıl Anadolu'dan gelen Rumlarla birlikte yaşamışlar. Türkçe konuşan, Rumca bilmeyen bu insanlarla hiç de sorunları olmamış. Selanik'ten gemiye bindirilip Samsun'a gönderilmiş brahim İşler ve ailesi: "Samsun'un içi insan kaynıyor. Bir yandan gemiler dolusu gelen mübadil halk, diğer yandan nüfusun yarısını oluşturan Rumların evlerini kapışan Lazlar ve yerliler... Karadeniz ahalisi bize 'Bitli muhacir' derdi. Adımız nereye gitsek 'bitli'ydi. O günlerin acıları, kırılan onurumuzun sızıları taptazedir."

İbrahim İşler, doğduğu Kayalar'a yaklaştıkça daha bir heyecanlanmıştı. Önce Veria'ya giriliyor. Sokaktaki Türkçe konuşmaları duyan yaşlı bir kadın, evinin mutfağından önlüğüyle fırlıyor yola 'Annemin, babamın dilini konuşuyorlar' diye. Eleni'nin ailesi İzmir'den gelmiş. Ancak o ne
Anadolu doğumlu, ne de Yunanistan. İzmir'den Selanik'e giderken gemide doğmuş. Yani Ege Denizi doğumlu. Kayalar'a doğru giderken, İbrahim İşler çocukluğundan kalan izleri hafızasının derinliklerinde arıyor: Liseden yıllarından geçmişimizi, Yunanistan'daki, Kayalar'daki yaşamı, evimizi barkımızı daha çok merak eder oldum. Anlattırdım anneme, babama, kökümüzü, dalımızı, budağımızı. Babam, annem, akrabalarım çok istediler Kayalar'ı görmeyi. Olmadı! Özlem içinde 'Ah bir görsem!' diye diye ölüp gitti insanlar."

'Mübadiller'in Selanik Buluşması'na, 'birinci kuşak bir mübadil' olarak katılan İbrahim İşler, Kayalar'a yaklaşınca bastonunu bıraktı. Neredeyse koşacak. Bir insan için doğduğu, köklerinin olduğu toprakların ne anlama geldiğini kavramak, özlemin ne kadar somut duygu olduğunu çıplak gözle görmek için o anda İbrahim İşler'i görmek gerekirdi. Yalnız onu mu? Türkiye'den gelen ikinci, üçüncü kuşak mübadiller de babasına, dedesine ait bir iz arıyor; hiçbir şey bulamayanlar göçtükleri köylerden bir torba toprak alıyorlar babalarının, dedelerinin mezarına götürmek için.


Bütün bu yaşananlara yıllarca Ege'nin iki yakasında tanık bir gazeteci olarak TRT'nin deneyimli yönetmeni Nilay Gündem'le birlikte yayın-yönetimde yer alan Yaprak Tutal ve Ali Horzumlu bundan yaklaşık iki yıl önce 'mübadele'yi konu alan 'Doğduğum Topraklar' belgeseline başladıklarında alacakları sonucu gerçekten merak etmiştim.

Sonunda çalışmalarını tamamladılar. Türkiye ve Yunanistan topraklarında tam 15 bin kilometre yol kat ettiler belgesellerini tamamlamak için. 4 bin 500 çekim yaptılar. 42 Rum, 63 Türk mübadille yüz yüze görüştüler ve sonunda ortaya 30'ar dakikalık beş bölümlük belgesel çıkardılar. 7 Ocak'ta başlayacak belgeselde kullanılandan fazla malzeme elbette TRT'nin arşivinde yer alacak. Yunanistan'da hayli fazla olan, ancak Türkiye'de daha yeni yeni başlatılan sözlü tarih çalışmalarına görüntülü bir katkı da sunacak belgesel aynı zamanda.


Ekip, yaptığı çalışmadın çok etkilenmiş. "Yunanistan tarafında gidiyoruz, 23 yaşındaki bir genç Türkçe konuşuyor" diyorlar "Türkiye'de Niğde'nin bir köyüne gidiyoruz, bu kez çocuklar Rumca konuşuyor. Larissa'nın bir köyünde Maria Karacaoğlu bizi görünce 'Bilseydim geleceğinizi mantı yapardım' deyiverdi. Güzel bir Türkçeyle anlatıyordu Maria 'Bize Türkoladis yani Türk tohumu derlerdi. Bizi istemiyorlardı. Biz de hâlâ onları istemiyoruz' diye.

Bir mübadilin ortanca kızı bir Yunanlıyla evlenmiş. Adam Yunanistan'da bize bu olayı anlatırken 'Kız gâvura kaçtı' dedi. Birden büyük bir şaşkınlığa düştük, Türkiye'de miyiz, Yunanistan'da mıyız karıştırdık."

'Kahve vermeyin, Türkler çay içer'


Ali Horzumlu, belgeselin çekimleri sırasında yaşadığı ilginç bir olayı aktarıyor:
"Selanik'e giderken bir kasabada mola verdik. Meydanda kahve gibi bir yer var. İnip arabadan, burada Türkçe konuşan var mı, diye sorduk. Türk olduğumuz anlaşılınca kahve hareketlendi. Çoğunlukla Samsun Havza'dan göç eden Rumlar yerleşmiş. Tam kahve ikram edeceklerken arkadan biri 'Hayır, hayır kahve vermeyin' diye seslendi, 'Türkler çay içer'. Buldular, buluşturdular, küçük bir paket Rize çayı getirttiler ve bize çay ikram ettiler. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şeyle karşılaşamazsınız. Ne ben onu tanıyorum, ne o beni tanıyor. Bu müdahaleyi yapan da belli ki ikinci kuşak mübadil. En fazla 50 yaşında."

Yapımcı-yönetmen Nilay Gündem, belgeselin girişine damgasını vuran olayı anlatırken hâlâ o andaki şaşkınlığını yaşıyor besbelli: "Kapadokya'da çekimdeydik. Derinkuyu' nun bir köyünde. Muslittin Aytekin diye bir amcayla köyün kahvesinde çekim yapıyoruz. Başında yün bir takke var. Sorularımızı cevaplıyor. Ben programda hiç görünmüyorum ama çekimler sırasında soruları ben soruyorum. 14 yaşındaymış mübadeleyle Anadolu'ya geldiğinde. 'Neler yaşadığını, neler hatırladığını anlatsana bize' dedim. Başladı 'Biz iyiydik, dosttuk, arkadaştık, komşuyduk. Düğünlerimize gelirlerdi, biz onların düğünlerine giderdik. Nasıl anlatayım o güzel günleri, geceleri yatarım, rüyamda hep o güzel günleri görürüm' diye anlatırken ben ve ekip arkadaşlarım birden fark ettik ki bu rüyayı daha dün gece görmüş. Adam 14 yaşında gelmiş, üzerinden mübadelenin 80 sene geçmiş ve şu anda 94 yaşında, hâlâ rüyasını görüyor o yılların. Tam o sırada ben kendimi tutamayıp 'Hâlâ mı' diye sormuşum."

İşte 'Doğduğum Topraklar' belgeseli, yönetmeni Nilay Günden'in, bir şaşkınlık anında kendini tutamayıp sorduğu bu 'Hâlâ mı' sorusuyla başlıyor.


Yönetmenine göre belgesel; tarihi, toplumsal ve politik yaklaşımların ötesinde, insanlara, duygu ve alışkanlıklarına, benzerliklerimize, coğrafyamızın muhteşem güzelliklerine, onların sevgiyle korumaya çalıştıları her şeye, dostluğa ve aşka dair. 80 yıllık mübadele acısını yaşayan birinci ve ikinci kuşak tanıkların da anlatımıyla bu belgeselde bir kez daha ortaya çıkan gerçek şu ki ne birlikte yaşananlar unutuldu, ne de insanların doğdukları topraklara olan özlemi dindi.

Hâlâ mı? Evet, hâlâ!..

KAYNAK: Radikal, 5 Ocak 2004

Gönderen gelibolu lozan mubadilleri derneği on 2 Ocak 2010 Cumartesi

0 yorum

Yorum Gönder

İzleyiciler

Ziyaretçi İstatistik

Site Sayacı